RESSAM CİHAT BURAK – KISA YAŞAM ÖYKÜSÜ

1915 yılında İstanbul’da doğan mimar, ressam ve öykü yazarı Cihat Burak, ortaöğrenimini Galatasaray Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1943′te Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü’nü bitirdi.

Tekel Genel Müdürlüğü ve Bayındırlık Bakanlığı’nda mimar olarak çalışan Burak, 1953′te BM ve 1961′de Fransa Hükümeti’nin bursuyla iki kez Fransa’ya gitti, ancak sonra işinden ayrılarak kendini resme verdi. 1955′te Türkiye’ye döndü ve yine Bayındırlık Bakanlığı’nda çalıştı. Gaziantep Hükümet Konağı, İzmit Adliyesi, Ankara Banknot Matbaası, Rize Adliyesi, Beşiktaş Şair Nedim İlkokulu gibi yapıların projelerini çizdi. İlk kişisel sergisini 1957’de Beyoğlu Şehir Galerisi’nde açtı.

1964′te hem Utrillo Ödülü’nde Mansiyon aldı, hem de “Deniz Muharebesi/ Hayal Donanma” adlı resmi Musée de l’art moderne’deki uluslararası sergide Bronz Madalya’ya değer görüldü. 1965′te yurda dönerek resim ve mimarlık çalışmalarını sürdürdü.

1991’de Garanti Bankası Beyoğlu Sanat Galerisi’ndeki son sergisine kadar toplam 78 sergiye katıldı. Bunlardan 23’ü kişisel sergilerdir. 1982 yılında görsel sanatlar dalında Sedat Simavi ödülünü kazandı.

İlk öykü kitabı ‘Cardonlar’ 1982’de yayınlandı, ‘Yâkûtîler’, 1992’de Yunus Nadi Ödülleri’nde öykü dalında birinci oldu, son öykü kitabı ‘Zenci Kalınız’ oldu. Cihat Burak, 3 Mart 1994’te yaşamını yitirdi.




Cihat Burak, (d. 1915, İstanbul – 3 Mart 1994). Türk ressam ve yazar.

Galatasaray Lisesi’ni ve Güzel Sanatlar Akademisini bitirdi. Memur ve mimar olarak çalıştı. Işık Özel Mimarlık Okulu’nda resim öğretmeni olarak görev yaptı. 1964’te Musée de l’Art Moderne’e gönderdiği tabloyla bronz madalya aldı. Yine 1964’te Uluslararası Utrillo Yarışması’na katılan 700 yapıt arasında ilk ona giren yapıtı dolayısıyla ödül aldı. 1967’de Çağdaş Türk Ressamları Cemiyeti’nin düzenlediği resim yarışmasında birinci oldu. 1973’te Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nden Başarı Ödülü ve 1982’de Sedat Simavi Ödülü’nü aldı. Birçok kişisel sergi açtı.

Toplumsal çelişkileri, yozlaşan değerleri eleştirel ve mizahi bir yaklaşımla yorumladığı fantastik resimleriyle tanınan ressam ve mimar Cihat Burak 4 Mart’ta İstabul’da öldü. 1915’te İstanbul’da doğan Burak 1943’te Güzel Sanatlar Akademisi mimarlık bölümünü bitirdi. Bir süre resmi kuruluşlarda ve özel mimarlık bölümünü bitirdi. Bir süre resmi kuruluşlarda ve özel mimarlık bürolarında çalıştıktan sonra 1951’de Bayındırlık Bakanlığında mimar olarak görev aldı. 1952’de bakanlıkça aday gösterildiği Birleşmiş Milletler bursuyla Fransa’ya gönderildi ve 1955’e değin Paris’te kaldı. Yurda dönüşte Bayındırlık Bakanlığı Proje Tanzim Fen Heyeti müdürlüğüne atandı. 1961’de pre-fabrik inşaat yöntemlerini incelemek üzere yeniden bursla Fransa’ya gönderildi. Bursun bitiminde bakanlıktaki görevinden ayrılarak Paris’te kaldı ve resim çalışmalarına ağırlık verdi. 1965’te Türkiye’ye dönen Burak, Özel Işık Mimarlık Yüksek Okulu’nda ders verdi ve özel kuruluşlarda mimarlık yaptı. Cihat Burak, toplumun ve bireyin içinde bulunduğu çelişkileri, bir halk sanatçısının önyargısız duyarlığıyla yorumlayarak açık bir anlatım ve fantastik bir yaklaşımla tuvale aktardı. Yapıtlarında işlediği konuları halkın espri anlayışından kaynaklanan eleştirel ve mizahi bir yaklaşımla ele aldı, naiflere özgü bir duyarlık ve özgür bir kurguyla işledi. Bununla birlikte gerek eğitim gerekse birikimi ve sanat bilinciyle naif bir ressam olarak nitelenmedi. Yapıtları, mimarlığından kaynaklanan sağlam mimari kurgusu yanında, renk kullanımındaki ve çizgilerindeki ressamca duyarlık ve özgürlükle de dikkati çekti. Paris’te gerçekleştirdiği “Yayın Balığı” (1961), “Notre Dame” (1962) gibi yapıtlarında oymabaskı tekniğinin görülen sanatçı, ölüm temasını işlediği mezar taşlarında bezeme öğelerinden de yararlandı. “Kanaryan Güzel Kuşum Ben Sana Vurulmuşum” (1971) ölüm temasını işlediği en önemli yapıtlarındandır. Atatürk, Fatih Sultan Mehmet gibi ünlü kişileri konu alan resimlerinden en dikat çekeni, göğsüne bir demet çiçek saplanmış olarak Nâzım Hikmet’i betimlediği “Şairin Ölümü” adlı yapıtıdır. Mimari bezeme alanında renkli porselen ve cam işleri de olan Burak 1982’de Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü’nü, 1991’de Plastik Sanatlar Onur Belgesi’ni kazandı. Öykü de yazan Burak’ın ilk öykü kitabı olan “Cordonlar” 1982’de yayımlandı. “Yakutiler” adlı öyküsüyle 1992 Yunus Nadi Armağanı Yarışması’nda, yayımlanmamış öykü dalında birincilik kazandı. 

ESERLERİ HAKKINDA..

Paris’te bulunduğu dönemde özellikle resim için müthiş ilham dolu buluyor kendisini “Burada herşey resim yapmaya davet ediyor ve herşeyi güzel resmediyorum” diyor. Bir sergi açıyor, üç eseri satılıyor. Ancak özellikle Fransız sanat çevresi sadece bildiği ressamların eserlerine ilgi gösterdiği halde bir televizyonun gelip çekim yapması ve çalışmalarının dikkat çekmesi tanınmasını başlatan olay oluyor.

Cihat Burak’ın eserlerinde her ne kadar olağandışı ve birbiriyle alakalı görünmeyen unsurları birarada görsek de aslında çok gerçekçi bir ressam kabul ediliyor. Çünkü resimlerinin temelinde gündelik hayattan bir konusu, mesajı bulunuyor. Nazım Hikmet’in vefatından, Süleyman Demirel’in madalya almasına ya da bir matadorun arenada yaralanmasına kadar.

Ancak bir çok eleştirmen eserlerini çocuk ruhlu buluyor. Bu çocuk resmi demek değil. Çocuk resminin tüm dünyada belli karakteristikleri var. Bu tanımlama bakış açısıyla ilgili daha çok. Arkadaşlarının söylediğine göre, Cihat Burak yolda giderken ayağına bir çakıl taşı rastlasa ona vura vura gideceği yere kadar götürür. Oyun oynamaya bayılır. Bu oyuna merakı onu çok yönlü ve her daim dinç bir sanatçı yapıyor.

SERAMİK ÇALIŞMALARI

Bir dönem kendisi için bir bilinmeyen olan seramik atölyesinde altı aylık bir süre boyunca çalışıyor. Aslında seramik atölyesi kahvaltı takımı gibi ürünler üretirken orada sonra kullanacağı tekniği alıyor.

Hatta şöyle diyor: “Herşeyin bir püf noktası vardır ya, seramiğin püf noktası çamuru kesip yoğuracaksın. Yine kesip yoğuracaksın ve yine kesip yoğuracaksın. Bu olmadan seramikçi olmaz. Sosyete seramikçisi olmaz.”


Cihat Burak’ın porselen ve seramik alanındaki zengin yapıt üretimi ülkemizin bu alandaki en şaşırtıcı sanatçı yaratıcılığı dönem projelerinden birisi olarak görülebilir. Eczacıbaşı Sanal Müzesi için düzenlenen sergide sanatçının Atatürk Kültür Merkezi’nin dekorasyonu için gerçekleştirdiği porselenler yakın dostu eleştirmen Sezer Tansuğ’un “olağanüstü” diye nitelendirdiği porselen biblo örneklerinin 5 adet ürettiği bilinen ünlü “Kuş Evi” çalışmalarının dördünün vazo şamdan fincan ve benzeri kullanım eşyası etüdlerinin ve örneklerinin imgeleri açıklamalar eşliğinde yer almaktadır.

Sezer Tansuğ Çağdaş Türk Sanatı adlı kitabının “Türkiye’de Seramik Sanatı” bölümünde Burak’ın porselenlerini “Sanatçı yeteneklerini seramik ve porselen alanında da deneyip gerçekleştiren Cihat Burak’ın Yıldız Porselen Fabrikası’nda verdiği uğraşlar pahalı ve teknik malzeme gereksiniminin karşılanmasına bir örnek oluşturur…Cihat Burak’ın oluşturduğu yüksek bir sanatsal düzey tutturan porselen figürinler Yıldız fabrikasının 1230 dereceyi aşmayan ısı koşuluna bağlı kalmıştır. Seramikte taşıl (gré-Stoneware) bir sertliğe ulaşmada da geçerli olan yüksek ısının porselen için 1300 dereceyi bulması gerekmektedir. Bu türden bazı güçlüklere karşın Cihat Burak’ın porselen figürinleri duyarlı bir ustanın elinden çıkan eşsiz biçimlenişleriyle toprak malzemeyle oluşturulan tüm işlerin kristalleşme düzeyine işaret etmektedir” diyerek değerlendirir.

Cihat Burak’ın resimleri öyküleri ve gerekse seramikleri ile gözlerinin önünden akıp giden yokolan çocukluğunun büyülü dünyasını inşa etmeye ve kaydını tutmaya çalıştığı kalkıştığı da ileri sürülebilir. Özellikle farklı teknikler ve malzemeler ile yarattığı bu üç boyutlu seramik ve porselen çalışmalarında hayal gücünün ve fantastik yorumlarının çok uygun bir malzeme ile buluşmasının ilginç sonuçları şaşırtıcıdır. Burak’ın anılarından damıttığı aaafince değiştirdiği oyunlar oynadığı kullanım eşyaları vazolar kuş evleri kediler canavarlar ve kendi büstü sergide yer alacak yapıt imgelerinden bazıları…

Cihat Burak’ın insanoğlunun ilk sanatı sayılan “ateş sanatı” seramik alanındaki üretiminin son tahlilde sanatçının çocukluğunun yitip gitmiş İstanbul’unu “Cardonlar”ın istilasını uğrayıp sonunda yıkılmış dedesinin konağını ve o devrin insanlarından ve diğer canlılarından yakınlık duyduklarını elleriyle yoğurduğu kilden varetmeye çalıştığı söylenebilir.

Sanatçının resimleriyle yazılarıyla seramikleriyle yaşamının tam bir güncesini tutmayı amaçladığı ve kendisinin o anki ruhi durumuna uygun olan malzemeler ile anlatımını çeşitlendirdiği gün ve hatta saat belirterek o ana nişan koyduğu bilinmektedir. Çalışmalarından imza koymadıkları olmasına karşın çoğu kez farklı ortamlarda da olsa tarih atmayı genellikle aksatmadığı gözlemlenebilmektedir.

Örneğin “Cardonlar” kitabının Ada Yayınları’ndan çıkan ilk baskısının düzeltmelerini yaptığı nüshasının ilk sayfasına şunları yazmıştır:

“Dün Bülent Bey (*) telgraf çekmiş bugün 29 Ocak 1982 Cuma gittim Botter Han’a bir hayli listesi verilmiş kimseye kitap imzaladım bir takım sözler de ekledim ayrıca.

Sıraselviler 29 Ocak 1982
Gece saat 11.00 filan.”

Cihat Burak’ın yukarıda belirttiğimiz çerçevede ürettiği porselen ve seramik işlerini aşağıdaki gibi dönemsel ve tematik olarak gruplandırmak yanlış olmayacaktır kanısındayım:

A- Porselen Biblolar(Sırlı ve Sırsız) 1965; Subay Ailesi Kadınlar Hamamı Su Satıcısı Pehlivan Deve Balıkçı Kitap Satan Aşık İhsani ve Güllüşah Yağlı Güreş…

B- Atatürk Kültür Merkezi(AKM) için tasarladığı(Yıldız Porselen Fabrikası’nda yapmış olabilir) dekoratif küresel işler. (Bu işlerden bilinen 5 tanesine ulaşılabilmiştir). Eski Yıldız Porselen üretiminin çiçek motiflerinden de esinlerin izlenebileceği bu yapıtların her birinde farklı motif çeşitlemeleri ve renkler(Beyaz taba lacivert eflatun ve sarı) uygulanmıştır.

C- Arkasında ayna yeri olan “Kedili ve Ayyıldızlı Kavukluk” ve “Mavi Mutfak” 1978. Sanatçı bu yıllarda Beşiktaş’ta Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu’nda mimari üzerine ders vermektedir ve bu yıllardaki çalışmalarını ve daha sonraki yıllarda yapacağı kuşevlerini de bu okulun atölyelerinde gerçekleştirmiştir.

D- Kuşevleri 1980-1981. Cihat Burak’ın Kuşevleri onun sıradışı kişiliğinin en dikkat çekici çalışmaları arasındadır. Sanatçının ülkemiz mimarlığının farklı dönem yapılarını ve eski mimarların kuşevi tasarımlarını -Laleli Mustafa III Türbesi Kuşevi18. Yüzyıl; Beylerbeyi Sarayı Deniz Köşkü Kuşevi ve Taşlık Kahvesi(Mimarı Sedat Hakkı Eldem) gibi özgürce yorumladığı bu işlerinde mimar ve ressam kimliklerinin örtüştüğü söylenebilir.

E- Peşrev 1983. fırınlanmamış ve sırlanmamış bu iş daha önceki porselen bibloların bir devamı addedilebilir.

F- Son İşler. Ünal Cimit Seramik Atölyesi’nde yaptığı üç seramik ve Ara Güler’in bir fotografından esinlendiği tahmin edilebilecek son büyük “Deve Güreşi Rölyefi” ve yine güreş konulu bir başka işi olan “Huzur Peşrevi”.

Gözden kaçırılmaması gereken bir nokta da Cihat Burak’ın “Akademi”nin mimarlık bölümünün efsanevi hocalarından Sedat Hakkı Eldem’in öğrencisi olduğu ve onun rahle-i tedrisinden geçip(**) mimari kültürel mirasımızın kayda geçirilmesini amaçlayan rölöve çalışmalarından nasibine düşeni almış olmasıdır. Bir önemli konu da 1970’lerdeki Safranbolu odaklı kültürel mirasımıza sahip çıkılması ve korunması etkinliklerine faal olarak katılması ve bu sürecin resimlerine öykülerine ve seramiklerine de katkıda bulunmasıdır. Gerek Kuşevleri’nin iç dekorasyonlarında gerekse “Mavi Mutfak” ın ayrıntılarında sanki bu zamanın durduğu yörenin mimari ve dekoratif biçimlerinin izleri – özellikle kuşevlerinin içindeki havuz motiflerinde – sürülebilir.

Vazo ibrik şamdan gibi çalışmalarında ise hem fanaaaisinin hem farklı kültürlere ilgisinin ip uçları görülebilir. Cihat Burak’ın ev eşyaları arasındaki bir grup Çanakkale seramiğinin (At Başlı Testiler Kapağı Aslanlı Şekerlik Vazolar vb…) de bu çalışmalara katkıda bulunmuş olabileceği gözlemi yanlış olmasa gerektir.

Burak’ın seramiklerinde – üzerinde çalıştığı konuya göre- farklı teknikler kullandığı da söylenebilir; ancak temelde fanaaai ile geleneği birleştiren ana formlarını küçük yuvarlak bezemeler ve kararlı derin çizikler ile zenginleştirmesi onun önemli bir özelliği olarak kendini belli eder.

Sonuçta Cihat Burak’ın 1965 – 1994 yılları arasında yaklaşık 30 yıllık bir süre çamur ile uğraştığı ve bu zaman diliminde Türk Seramik Sanatı’na belki de en önemli ressam katkısını yaptığını ve bu alandaki veriminin uluslararası düzeyde olduğunu söylemek abartma olmaz kanısındayım.


Haşim Nur Gürel

14 Mart 2006 10.00 ; Kadıköy/Beşiktaş arası Sarayburnu Vapuru


(*) Bülent Akkurt; o dönemde ADA Yayınları’nın yöneticisi.
(**) Rölöve konusunda Sedat Bey’in en ufak bir hatayı kabul etmeyen ve en küçük bir hatayı yakalayan bir titizliğe sahip olduğunu bizzat Cihat Bey’den duyduğumu anımsıyorum.


* * *


İstanbul’da Halide Edip Adıvar’ın Sinekli Bakkal’ında doğan Cihat Burak’ın çamurla tanışması o yıllarda Sanayi-i Nefise’de öğrenci olan halası vesilesiyle olur. “Küçük halam o zamanlar Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi denilen Akademi’ye giderdi. (…) Beni de birkaç defa götürdüydü. (…) Bir gün beni yine mektebine götürdü loşça bir yere girdik. Birtakım adamlar girip çıkıyorlardı galiba atölyeydi. Duvarda alçıdan bir aslan kafası vardı elime bir çamur verip aynısını yapmamı söylediler. Küçük bir modelini yaptım nasıl olduğunu anlayamadım ama hemen kalıbını alıp alçıdan döktüler elime verdiler bir hayli sakladımdı onu…”

O aslan modelini bir hayli sakladığı gibi kendini de bir hayli saklayan biridir anlaşılan Cihat Burak. Paris’te atölyesini gezen galericinin resimlerindeki renkleri koyu bulup da daha açık renkler kullanırsa satış yapabileceğini söylemesi üzerine koyduğu tavırdan anlaşıldığı gibi. Galericinin “Resim satamadığınıza göre ne yapıyorsunuz?” sorusuna “Satamıyor değilim ki satıyorum ama beni yaşatabilecek kadar değil!” yanıtını veren ve bunun ardından galericinin “Peki ne yapıyorsunuz nasıl para kazanıyorsunuz?” sorusunu da “Mesleğim mimarlıktır icabettiği zaman bir mimarın yanında “negre” (zenci) olarak çalışıyorum.” şeklinde yanıtlayan Cihat Burak’a galericinin verdiği yanıt Cihat Burak’ın yaşamı boyunca aldığı tavrın bir özetidir adeta: “Alors resaaa négre” (Öyleyse zenci kalınız).

“Zenci kalmak” bir anlamda Cihat Burak’ın kendine özgü sanatının ki bu sanat resim sanatını seramik sanatını mimarlığı ve edebiyatı kuşatan bir sanattır tanımıdır da denebilir. Sıradışı kişiliği gibi sıradışı bir sanatı olduğundan söz etmek mümkündür Cihat Burak’ın. Öyle ki grupların tarihi üzerinden yazılması adeta farz olan Türk Plastik Sanatları Tarihi’nde kim nereye koyacağını bilemez Cihat Burak’ı. Kimi Sembolist akıma bağlar kimi Dışavurumculuk’a. Dışavurumculuk’u kendisi de kabul eder Cihat Burak’ın ama bu Dışavurumculuk da tastamam onun kendine özgü Dışavurumculuk’udur; devşirme bir Dışavurumculuk değil. Sanatındaki bireyselliğin kendine özgünlüğün ilkelerini ne kendine ne de başkalarına oyun oynamamak olarak belirleyen Cihat Burak bunun dışında herhangi bir ilaaae bağlı olmaya karşı olduğunu belirtir. Tam da “Zenci Kalmak”tır işte Cihat Burak’ın tüm gayesi…

Ayrıksı yanıyla öne çıkan Cihat Burak’ın hayal gücü resimlerinde ve öykülerinde olduğu gibi seramiklerinde de karşımıza çıkar. Burada belki şöyle bir paranaaa açmakta fayda var: Cihat Burak’ın resimleri de öyküleri de düşlerin gizemiyle örtülüymüş izlenimini verir ancak bu örtüyü kaldırmaya başladığımız anda onun otobiyografisi de kendiliğinden ortaya çıkar. Cardonlar adlı kitabında ya da “Hayal Donanma” adlı resminde olduğu gibi. Kaldı ki Cihat Burak’ta görülen fantastik öğeler onun çevresindeki çirkinliklerden kaçmak için sığındığı düşler aleminin devreye girmesidir bir anlamda. Aynı nokta Cihat Burak’ın seramikleri için de geçerlidir. Atatürk Kültür Merkezi için tasarlamış olduğu porselen küreleri bir yana bırakırsak Cihat Burak’ın seramiklerinde ya belleğin gücünün ya da düş gücünün hatta kimi zaman bunların bir bireşiminin devreye girdiğini görmemiz mümkündür. “Subay Ailesi” “Kitap Satan Aşık İhsanî ile Güllüşah” “Peşrev” Cihat Burak’ın belleğinin yansıdığı çalışmalarken “Gül” gibi çalışmaları düş gücü ve düş gücü sonrasında vardığı hicvin fantastikliğin bir yansıması olarak görünmektedir. Mutfakları cezveleri ve fincanları ise onun deyiş yerindeyse oyuncakları gibidir. “Mavi Mutfak”ta her fincanın tarihini fincanın tabağına işleyen Cihat Burak bir anlamda günlük oyunlarının kaydını tutmaktadır. Güncelerini kile çamura dökmüş durumdadır bir başka deyişle…

Kuşkusuz Cihat Burak ve seramikleri dendiğinde aslında ilk akla gelen onun kuş evleridir. Kuş evleri konusunda şöyle düşünür Cihat Burak: “Osmanlı’da kuş evleri vardır. Osmanlı mimarları buna ihtiyaç duymuşlardır. Çünkü onlar için kuş bir ilahi varlıktı. Çamur işine bayılırım ben. Kuş evleri kuşhaneler yaptım. Kuşa benim sempatim vardır.” Ece Ayhan’ın kendisiyle yaptığı söyleşide Nilgün Marmara’nın “marjinal kargalar”ını hatırlatması üzerine de naif bir yanıt verir Cihat Burak: “Bak kargaları severim kuştur. Kınalı kekliği de.” Cihat Burak’ın kuş evleri onun Akademi’de mimarlık okuduğu Sedat Hakkı Eldem’in öğrencisi olduğu yıllarla da ilişkilendirilebilir. O dönemde “aaaa niyetine” yapıların rölövelerini çıkaran Cihat Burak’ın aklının bir köşesinde kalmıştır kuş evleri. Seramik üzerinde yoğunlaştığında da bu kuş evlerine kendi yorumunu katmaya başlar Cihat Burak. Sedat Hakkı Eldem’in “Taşlık Kahvesi”ni Laleli’deki III. Mustafa Türbesi’nin kuş evini Beylerbeyi Sarayı Deniz Köşkü’nün kuş evini kendince yorumlar yine düş gücüne ve zihninin kıvraklığına yer vererek. Zihninin kıvraklığı onun sanatının da “kıvrak” olmasının başlıca nedenidir. Mimarlığı yaşamak için resmi ise daima sevdiği için yaptığını her fırsatta dile getiren Cihat Burak’ın “Bir kedinin resminin cetvelle yapılabileceğini düşünemiyorum. Ayıptır benim vicdanım elvermez.”sözleriyle de kendini hissettiren bir kıvraklık sözünü ettiğim… 

Yazıyı Paylaş