MİNYATÜR SANATI – Türk Minyatür Sanatı

MINYATÜR SANATI

Minyatür sanatı, geleneksel Türk sanatları içinde önemli bir yere sahiptir. Bilinen anlamı ile resim sanatını karşılamaktadır. Özellikle, yazma kitapları süslemek için yapılan, ince bir sanatla işlenen renkli resimler anlamına da gelmektedir. Minyatür sanatı, batıdan çok doğuda gelişmiştir denebilir.

Minyatür, oldukça ince işlenmiş ve küçük boyutlu resimlere ve bu tür resim sanatına verilen isimdir. Orta Çağ Avrupasında elyazması kitaplarda baş harfler kırmızı bir renkle boyanarak süsleniyordu. Bu iş için, çok güzel kırmızı bir renk veren ve Latince adı “minium” olan kurşun oksit kullanılıyordu. Minyatür sözcüğü buradan türemiştir. Bizde ise eskiden resme “nakış” ya da “tasvir” denirdi. Minyatür için daha çok nakış sözcüğü kullanılmaktaydı. Minyatür sanatçısına“resim yapan, ressam” anlamına gelen nakkaş ya da musavvir deniliyordu. Minyatür daha çok kâğıt, fildişi ve benzeri maddeler üzerine yapılırdı. Minyatürlerin çevresi çoğu kez “tezhip“ denen bezemeyle süslenmekteydi. Minyatür çalışmalarında suluboyaya benzeyen bir boya kullanılmaktaydı. Yalnız bu boyaların karışımında bir tür yapışkan olan arapzamkı biraz daha fazla bulunurdu. Çizgileri çizmek ve ince ayrıntıları işlemek için yavru kedilerin tüylerinden yapılan ve “tüykalem“ ismi verilen çok ince fırçalar kullanılıyordu. Boyama işi için de çeşitli fırçalar vardı. Resim yapılacak kâğıdın üzerine arapzamkı katılmış üstübeç sürülür, renklere saydamlık kazandırmak için de bu yüzeyin üzerine bir kat da altın tozu sürüldüğü olurdu.
Bilinen en eski minyatürler Mısır’da rastlanan ve İÖ II. yüzyılda papirüs üzerine yapılmış minyatürlerdir. Daha sonraki dönemlerde Yunan, Roma, Bizans ve Süryani el yazmaları’nın da minyatürlerle süslendiği görülür. Hıristiyanlık yayılınca minyatür ile elyazması İncil’ler süslemeye başladı. Avrupa’da minyatürün gelişmesi VIII. yüzyılın sonlarına rastlar. XII. yüzyılda ise minyatürün, süslenecek metinle doğrudan doğruya ilgili olması gözetilmeye ve yalnızca dinsel konulu minyatürler değil dindışı minyatürler de yapılmaya başlandı. matbaanın
 bulunuşuna kadar Avrupa’da çok güzel ve görkemli minyatürler yapıldı. Bundan sonra minyatür daha çok madalyonların üzerine portre yapmak için kullanıldı. XVII. yüzyıldan sonra fildişi üzerine yapılan minyatürler yaygınlaştı. Daha sonra minyatür sanatına karşı ilgi azalmakla birlikte küçük bir sanatçı çevresinde geleneksel bir sanat olarak varlığını sürdürdü.

Bazı araştırmalar, minyatürün bir Orta Asya Türk sanatı olduğunu ortaya koymuştur. Çin’de görülen minyatürler de Uygur minyatürlerinin bu ülkeyi etkilemesi ile açıklanabilir. Turfan, Beşbalık gibi Orta Asya şehirlerinde bulunan minyatür eserler, VIIIL yüzyılda bu sanatın Uygur Türkleri arasında çok ilerlemiş olduğunu göstermektedir. Timurlular döneminde Herat şehri bu sanatın merkezi olmuştur. Büyük Selçuklular döneminde de Bağdat’ta bir minyatür okulu açılmıştır.

Minyatür sanatına Arap ülkelerinde ve İran’da da rastlanmakla beraber, İran’da minyatür sanatının gelişmesi Türklerin başta bulundukları, hükümdarların Türk oldukları devirlerde gerçekleşmiştir.

Türk Minyatür Sanatının Tarihsel Gelişimi

Selçuklu Minyatür Sanatı: Anadolu’da karşımıza çıkan Türk minyatürü Selçuklularla başlar. Beylikler döneminde, bu sanat gücünü ve hızını kaybetmiş, sonra Osmanlı döneminde yeniden gelişip güçlenmiştir. Selçuklu dönemine ait minyatürler, XII. ve XIII. yüzyıla aittir. Selçuklulara ait en eski tarihli minyatürler, Arapça çeviri olan bir botanik kitabında yer alır (Kitabü’l Haşayiş). Kitapta çeşitli şekillerde bitki ve hayvan figürleri ve az da olsa insan figürleri ile şekillenen minyatürler bulunur. Selçuklu dönemine ait önemli bir diğer minyatür örneği, Varka ve Gülşah’ta yer alır.

Minyatür- Varka ve Gülşah

 

Topkapı Sarayı Müzesi kütüphanesinde bulunan eser, Ayyuki tarafından Gazneli Sultan Mahmut adına Farsça yazılmış, manzum bir metindir. Bir aşk konusu etrafındaki olaylar, Hz.Muhammed döneminde, Arap kabileleri arasında geçer. Varka ile Gülşah kardeş çocuklarıdır. Olayın kahramanıdırlar. Bunların aşkını konu alan zamanın sevilen bir metnidir.

 

Bu metnin tek resimli nüshası, XIII. yüzyılda Konya’da yapılmıştır ve içerisinde 71 minyatür bulunmaktadır. Metinle ilgili minyatürler yatay frizler halinde düzenlenmiştir. Hikâyenin bütünü resimlerle anlatılmıştır.

Beylikler dönemi başladığında, minyatür sanatının tam bir duraklama sürecine girdiği görülür. Yalnız beyliklerden biri, Artuklular, minyatür sanatına karşı özel bir duyarlık göstermiştir. Sonuçta, özellikle ilmî konuları içeren eserler vermişler; bunları minyatürlerle süslemişlerdir.

Osmanlı Minyatür Sanatı

Saraya bağımlı olarak gelişen Osmanlı minyatür sanatının günümüze kadar ulaşan ilk örnekleri Fatih dönemine aittir (1451-1481). Bu dönemde Türk resim sanatı çok büyük bir gelişme göstermiştir., Bu sanatın gelişimini doğrudan etkileyen, kendi resimlerini yaptıran Fatih Sultan Mehmet olmuştur.

Fatih Sultan Mehmet, batılı ressamlar1 davet ederek portresini yaptırmiştır (en ünlüsü Italyan ressam Centile Bellini’ye ait olanı).

1455 tarihli Dilsuznâme adlı eser ilk Osmanli minyatür örnekleri arasında yer alır. Bediuddin i Tebrizi’nin eseridir. Edirne’de hazırlandığı biliniyor. Minyatürlerde giysiler, doğa figürleri ve çizgiler son derece özgün olarak yorumlanıp işlenmiştir. Uslup olarak Türkmen etkisi görülür. Tipler tamamen Türk’tür.

Fatih dönemine ait minyatürlü bir başka eser de Venedik Biblioteca Marciana’da korunan antolojidir. İçerisinde Ahmedî’nin  İskendername adlı metni de yer alır. Minyatürlerde, renklerin ve giysilerin hayli gerçekçi bir yaklaşımla işlendiği görülür.

Fatih döneminde İtalyan ressamların saraya gelmesine karşılık bazı Türk ressamlarda yurtdışına gitmişlerdir. Bunların en tanınmışı, Fatih portresiyle tanınan Sinan Bey‘dir.

Fatih Sultan Mehmet Portresi – Sinan Bey

Osmanlı minyatürlerinin diğer örnekleri arasında, Attâr’ı Mantık Ut-Tayr’1

(New York’da özel bir kolleksiyonda), Hâtıfi’nin Hüsrevü Şirini (Topkapı Saray1 Müzesi kütüphanesinde). Kelile ve Dimne (Bombay Prince Wales Museum)’yi saymak mümkündür.

I. Selim (Yavuz Sultan Selim) ve Kanuni Sultan Süleyman dönemleri Türk minyatür sanatının yükselme dönemi olarak karşımıza çıkıyor. Yavuz Sultan Selim, doğuya düzenlediği seferler sonunda, Tebriz ve Mısır’dan kimi sanatçılarla, birçok eseri İstanbul’a getirtmiştir. Bu olay, Osmanlı minyatür sanatının gelişmesinde, değişik doğu üslûplarının denenmesinde oldukça etkili olmuştur. Türk minyatür sanatının kimliğine kavuşması ve zirveye ulaşması ise Kanunî döneminde gerçekleşmiştir.

Osmanlı Sanatının klâsik dönemini oluşturan XVI. yüzyıl Türk minyatür sanatı, bütün yabancı etkilerin izinden kurtulmuştur. II. Selim ve III. Murat’ın destek ve himayeleri bu sanatın daha da gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Bu dönemin en önemli eseri de Farsça bir metin olan Şehinşahname‘dir.

Levni – Kadın Minyatürü

Bu dönem minyatürlerinde renk tonlarına fazla önem verilmemiştir. Saf renkler gölgelenmeden, karıştırılmadan kullanılmıştır. Renklerin en çok kullanılanları; açık pembe, leylak, eflâtun ve açık tondaki yeşiller olmuştur. Önemli eserlerden biri de, Kanunî’nin son seferi olan Zigetvar seferini ve onun ölümünü işleyen “Nüzhet el-Ahbâr der Sefer-i Zi-getvar” adlı eserdeki minyatürlerdir. Lâle devri ile birlikte, minyatür sanatında da batıdan etkilenme yavaş yavaş kendini göstermeye başlar. Özellikle de diplomatik ilişkilerin yoğun olduğu Fransa, bu etkilemede öncü olmuştur. Bu dönemin en büyük minyatür ustası Abdülcelil Çelebi (Levnî)‘dir. Levnî, minyatürlerinde çoğunluk, geleneklere bağlı kalmıştır. Levni’nin hazırlamış olduğu muazzam albüm, seçkin bir minyatür örneği olarak, Topkapı Sarayı’nda korunmaktadır. En büyük eseri, Osmanlı sultanlarının portrelerini kapsayan ve “Silsile-name” adını taşıyan albümdür.

Levni – Genç Kadın

Batı sanatının izleri, geleneksel Türk minyatür sanatınının son örneklerinde dikkati çekecek ölçüde görülmektedir. Zaten kısa bir süre sonra, XIX. yüzyılın başlarından itibaren minyatürlerin yerini batılı anlamda resim sanatı almaya başlar.

Genel Olarak Meşhur Minyatür Sanatçıları 

Mevlana’nın resmini yapan Abdüddevle. Fatih döneminde, padişahın resmini de yapmış olan Sinan bey adlı bir nakkaş, II. Bayezid döneminde Baba Nakkaş, Kanuni döneminde Matrakçı Nasuh, 16. yüzyılda Reis Haydar diye tanınan Nigarî, Nakşî ve Şah Kulu. Gene aynı dönemde, Bihzad‘ın öğrencisi olan Horasanlı Aka Mirek de İstanbul’a çağrılarak saraya başnakkaş (başressam) yapılmıştı. Mustafa Çelebi, Selimiyeli Reşid, Süleyman Çelebi ve Levnî 18. yüzyılın ünlü nakkaşlarıdır. Bunlardan Levnî, Türk minyatür sanatında bir dönüm noktasıdır. Levnî, geleneksel anlayışın dışına çıktı ve kendine özgü bir biçim geliştirdi. 19. yüzyıl başlarında yenileşme hareketleriyle birlikte minyatürde de batı resim sanatının etkileri görüldü.

Yaşadığımız dönemde Minyatür sanatına göre çağdaş resim sanatı daha fazla gündemde olsa da batıda olduğu gibi ülkemizde de geleneksel bir sanat olarak varlığını sürdürmektedir. Osmanlının son dönemlerinde ilginin azaldığı minyatür sanatı daha sonra Prof.Dr.Süheyl Ünver‘in uğraşları ile tekrar sanat ve kültür dünyamıza girmiştir. Günümüzde minyatür sanatı  Günseli Kato, Gülbün Mesera, Nusret Çolpan, Gülçin Anmaç gibi sanatçılar ve bu sanata ilgi duyan yeni genç sanatçılar tarafından yaşatılmaktadır.

Kanûnî Sultan Süleyman’ın Erdel Kralı János Zsigmond’u kabulü-Feridun Ahmed, Nüzhetü’l-ahbâr

 

Yazıyı Paylaş